Temmuz ayında Türkiye’deydim. Karşılaştığım bir çok arkadaşım bana Finlandiya’da üniversite hayatının nasıl olduğunu sordu. Ben de onlara bir sonraki blog yazımda konuyu ele alacağıma söz verdim. Sözümde duracağım yalnız uzun uzun anlatmayacağım. Finlandiya’da hangi üniversitelerin hangi alanlarda eğitim verdiklerini, başvuruların nasıl gerçekleştiğini merak edenlere www.studyinfinland.fi sayfasını öneririm. Aradığınız cevapları buradan bulacaksınız. Ben üniversite kısmından ziyade işin hayat boyutundan biraz bahsetmek istiyorum.
Helsinki Üniversitesi’nde okurken de sık sık Türkiye’ye gidip geliyordum. Her yaz aynı sorularla karşılaşıyordum. “Eeee bitmedi mi henüz okul? Kaça geçtin şimdi?” Yau, diyordum, bizim bölümde sınıf mınıf yok, derslerin hepsini verene kadar, tez araştırmanı yapıp ta bitirene kadar okuyorsun işte. “Daha çok var mı?” “Evet var, 3-4 senem daha var en azından…” Aile dostları tembel bir öğrenci olduğumu düşünmeye başlamışlardı eminim. “Canım, o kadar uzun sürer mi bir üniversite?” Bir kaç yıl sonra stratejimi değiştirdim ve yüksek lisans yaptığımı, bu sebepten dolayı bir kaç yılım daha olduğunu söylemeye başladım.
İşin aslı o ki, okuduğum sosyal bilgiler fakültesinden ortalama 7 senede mezun olunuyordu. Üniversiteden mezun olmak demek zaten yüksek lisanslı olmak demekti. Sadece lisans eğitimi görmek isteyenler, üniversitede değil politekniklerde okuyorlardı. Sistem benim okuduğum zamandan beri değişmiş olsa da (bir çok üniversitede sadece lisans ya da sadece yüksek lisans yapmak artık mümkün) halen genel anlayış ve üniversiteler ile politeknikler arasında ki temel fark bu. Yani 3-4 yılda meslek sahibi olmak isteyenler politeknikleri tercih ediyorlar, üniversite demek: yüksek lisans eğitimi veren, araştırmaya dayalı öğrenim sağlayan ve hayata hazırlayan bağımsız kuruluşlar demek. Böyle olunca da hazır bir program sunmaktansa üniversiteler öğrencilerine kendi planlarını yapmaları için özgürlük sağlıyorlar. Anlayacağınız peşinizden koşan ne bir hoca oluyor, ne bir dekan, ne sınıfta kalmak diye bir şey, ne de seçmeli derslerinizde bir kısıtlama. Oku okuyabileceğin kadar.
Üniversite dışında hayat…
Öğrenciliğin getirdiği bir çok avantaj var elbet. Hayat öğrenciler için daha ucuz mesela. Sadece konser biletleri yarı fiyatına değil, aylık toplu taşıma ücretleri, tren biletleri, spor salonları da öyle. Üniversitenin yemekhaneleri deseniz: tasarım olarak trendy cafelerden bir farkı yok, yalnız çok ama çok ucuz. Kira deseniz: o da öyle. Yurt deyince aklınıza yatakhaneler gelmesin, herkesin kendi ihtiyacına göre büyüklükte ve donanımlı olan dairelerden bahsediyorum. Tabi bir çok kimse arkadaşlarıyla ev paylaşmayı tercih ediyor, o ayrı. Bir çok öğrencinin ise zaten kendi evi var.
”Kendi evi mi var? Ne biçim öğrenci bunlar?” diye düşündüğünüzü duyar gibiyim. Öğrenci deyince aklınıza 18-24 yaşlarında gençler gelmesin sadece. Biliyorsunuz, öğrenmenin yaşı yoktur. Birlikte ders aldığım arkadaşlarımın en genci 19 en yaşlısı ise 87 yaşındaydı. Ortalama yaş 30’du desem düşük söylemiş olmam çok mümkün. Eh izin verin de 87 yaşındaki amcamın evi olsun artık :-).
Bir çok kişi iş hayatına atıldıktan sonra başvuruyor üniversiteye, daha fazla öğrenci ise okurken çalışmaya başlıyor. Böylece önce iş hayatına atılmış olanlar fakülte seçimlerinden emin, önce okumaya başlayanlar ise mezun olduklarında tecrübe edinmiş oluyorlar. Bir yandan iş bir yandan okul anlayacağınız. Söylemem gerekir ki fakülteden fakülteye fark yok değil. Bazı fakültelerin ders programları daha sıkı olmuştur her zaman. Örneğin Avrupa’nın en bilinen tasarım okullarından biri TAİK’ta (artık Aalto Üniversitesinin bir parçası) okuyan arkadaşlarım okullarında sosyalcilere göre daha fazla vakit geçirirlerdi. Bu da atölye çalışmalarının sıklığından kaynaklanıyordu daha çok. Teknik üniversitedekiler ise kampüslerinden pek çıkmazlardı. Helsinki Üniversitesi’nde okuyanlar için bütün şehir bir kampüs gibiydi zaten, halen de bu öyle. Üniversitenin binaları şehir merkezine yayılmış durumda, öğrenci birliğinin binası deseniz, şehir merkezinin tam göbeğinde. 50 000i aşkın kayıtlı öğrencisi ile Helsinki Üniversitesinin öğrenci birliği Finlandiya’nın en zengin ve en aktif birliği olunca, sundukları seçenekler arasında herkese göre bir şey bulmak mümkün (düşünün ki Helsinki’nin nüfusu ~500 000).
Üniversitenin kalabalık olmasının ve eğitimin yanı sıra başka iş ve hobilerle meşgul olmanın bir dezavantajı aynı bölümde okuyan insanların belki de hiç bir zaman tanışmaya hatta karşılaşmaya fırsat bulmamaları. Bu daha küçük üniversite şehirlerinde böyle değil elbet. Jyväskylä’de, Oulu’da okuyan öğrenciler için akşamları gidilecek mekanlar da Helsinki’ye nazaran daha sınırlı pek tabiki. Birinde olmadı diğerinde mutlaka rastlarsınız bir arkadaşınıza. Söylemeye gerek bile duymuyorum, öğrencinin olduğu şehirde gece hayatı da renkli olur!
Gece hayatına şimdi hiç girmeyeyim daha iyi. Yoksa laf lafı açacak. Güyaa kısa kesecektim.
Kıssadan hisse: Üniversite hayatı nasıl mı Finlandiya’da? Seçenekler bol, seçim yapmak ise sadece ve sadece sizin elinizde. Aslında üniversite hayatın, hayat üniversitenin bir parçası.
Merhaba, blogunuza yeni rastladım ve yayınlarınızı okudum. İzmirli bir içmimarım. Finlandiya’da yüksek lisans yapmak için araştırmalarımı sürdürüyorum ve özellikle bu yazınıza sevindim içerik açısından. Kişisel olarak size birkaç soru sormayı çok isterdim,mümkün müdür? Mail adresinizi istesem ya da nasıl yapsam?