Guggenheim Meydan Savaşları: Helsinki Cephesi

Hüseyin Yanar Finlandiya’da yaşayan bir mimar. (Soyadı benzerliği değil; kendisi AB parlamento seçimleri öncesi röportaj yaptığımız Fin milletvekili Ozan Yanar‘ın da babası). Türkiye’de yaşayan bir çok mimar ve mimarlık öğrencisi Hüseyin Yanar’ı Arkitera sayfasına yazdığı yazılarından takip edebiliyor. Bu yazılarından bir tanesini Kalabalık okuyucularımızla paylaşmasını rica ettiğim zaman Hüseyin Abi ‘hangisini istersen’ diye karşılık verdi. Sizler için Eylül ayında yayınlanmış olan Guggenheim üzerine yazdığı yazıyı seçtim. Biraz uzun ama kanımca halen güncel ve de kapsamlı bir yazı. Sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim.  

Resimde: Hüseyin Yanar. Fotoğraf: Uğur Ceylan.

Resimde: Hüseyin Yanar. Fotoğraf: Uğur Ceylan.

Her nasılsa dünyada bu kadar ülke varken, Bilbao’dan ve Abu Dhabi’den sonra her nedense Finlandiya’nın başına sarılan bu Guggenheim hikayesi bakalım bu ülkeye, neler getirecek, neler götürecek eğer projeler hayallerde kalmaz seçilen/ler inşa edilir ise…

Helsinki, Guggenheim 1

Finlandiya mimari yarışmalarıyla tanınan bir ülke. Fin Mimarlık Dünyasının bu konuda hatırı sayılır bir deneyimi olduğu da bir gerçek. Diğerlerinin yanında, özellikle kamu binalarının bir çoğunun herkese açık yarışmalarla yapıldığı biliniyor. Fin mimari yarışmalarına katılabilmek için mimarlık diplomanızı almanız gerekmiyor, öğrenciler de yarışmalara katılabiliyor. Hatta bazı yarışmalarda öğrenciler hocalarını geçerek, deneyimli ofisleri ve bilinen ustaları geride bırakıyorlar. Bu yolla daha okullarını bitirmeden sistemde hızla yerlerini alan gençlerle adeta kan değişimi sağlanıyor, farklı bir çok alanda olduğu gibi. Ayrıca bu topraklar çoğu İskandinav ülkesi gibi sosyal demokrasi rüzgarlarının da fazlasıyla estiği yerler. Esintilerden bu ülkeyi yönlendiren politikalar ve buralarda yaşayanlar da fazlasıyla nasibini almış diyebiliriz.

Eşitliğe, sosyal adalete dayalı demokrasi ve herkesin söyleyeceğini söylemesi, problemler üzerine tartışmalar önemli. Tabii ki bu ülke de zenginler ve oldukça limitte yaşayanlar, bunların arasında olanlar hatta çok daha dar gelirliler var. Ama zenginden, fazla kazanandan vergi yoluyla alınıyor ve daha dar gelirlilere türlü yardım ve hizmetlerle veriliyor. Gelir dağılımındaki farklılıkları (ki bu çoğu ülke ile karşılaştırılamaz bile) azaltmaya yönelik bir sistemle yürütülmeye çalışılıyor. Sosyal adalet ve paylaşım da etkin bir şekilde yaşama tempo tutuyor.

Sistem Kesinlikle Güvene, Doğru Söze ve Doğru Beyana Dayandırılmış

Mimarinin de elbette bunlardan etkilenmemiş olması düşünülemez. Bu ülkeyi yaptıkları ile bir zamanlar ve dünyaya tanıtan, önemli mimari kahramanları Alvar Aalto’ya öncesine ve ondan sonraki kuşaklara ve ardarda gelen yeni ustaların mimarilerine, mimari dergileri kitapları süsleyen baş yapıtlara karşın, görünen yüzün arkasında, genelde hissedilen, nasıl diyelim bazen aşırılıkları olsa da aslında az olan, estetik değerleri üst düzeyde ve belli özgün kalitesi olan mimari bir atmosfer etrafı sarıyor. Evet kesinlikle önemli tasarım ülkelerinden biri Finlandiya. Ama hızlı inip çıkmalar, bağırışlar fazla değil mimarilerinde. Kendine özgü bir hali var bu mimarinin. Bu insanlar da işlerini kesinlikle oldukça iyi yapıyorlar, buna inşa edilen çevreleri tasarlayanları, işçileri ve oradaki bütün aktörleri dahil edebiliriz. Kurallara uyuluyor. İş kazaları da ona bağlı olarak yok denecek kadar az bir çok ülke ile karşılaştırıldığında. Sistem kesinlikle güvene, doğru söze ve doğru beyana dayandırılmış, eğitimden günlük yaşama vs. Her yer kütüphane ve kitap dolu. Kitaba, eğitime ve sağlık hizmetlerine ve inşa edilecek çevrenin her bakımdan kalitesine önem veriliyor. Tabi bütün bunlar arasında hassas bir denge var özellikle maddi planlamalarda. Eğitimde ya da sağlık hizmetlerindeki ayrılan miktarlarda bir oynama olduğunda, konu olup tartışılıyor, gazetelerde, yayınlarda. Çünkü kesintiler, aktarmalar herkesi, yardıma muhtaç yaşlıları, bu ülkenin geleceği gençleri, öğrencileri derinden etkiliyor.

Helsinki, Guggenheim 2

Fin mimarisi de bir çok yanı ile işte bu hassas dengelerin arasında. İşte böyle bir resmi önümüze koyduğumuzda gündemin önemli konularından biri haline gelen, ülkenin başkentinde, başkentin denizdeki kapısı sayılan en önemli limanında yapılması düşünülen buraların gelmiş geçmiş en pahalı binası olacak Guggenheim Müzesi farklı görüşleri, ister istemez yoğun tartışmaları da beraberinde getiriyor doğal olarak. Kent yönetimi tarafından bu iş için hibe edilecek çok kıymetli arsanın yanında, 130 milyon Euroya mal olacak ve buna ilave edilecek vergi miktarı ve yıllık gider olarak kent yönetiminin sergiler, ücretler ve giderler için ödeyeceği 5 ila 10 milyon euro arasındaki meblağ, ayrıca isim hakkı olarak ilk 20 yıl ödenecek 30 milyon euro dışında ki her yıl yapılacak ödemelerde eklenmek üzere, böyle bir binanın getirisi, götürüsü yan yana konuyor, mimarlar, sanatçılar, politikacılar ve diğerleri hatta sokaktaki insanlar tarafından. Her ne kadar bazı kuruluşların desteklerinden söz edilse de, bir kısmı bu harcamaların halkın cebinden çıkacağı konusundaki eleştiriler de oldukça ciddi. Tabii buraya herkesin gelip göreceği adeta başına üşüşüp burayı cazibe merkezi haline getirecek bir tasarımın, başka bir Bilbao benzerinin hayalinin hedeflenmesi de bunun karşısında yer alan bir alternatif oluyor. Öte yandan bazıları, diğerlerinin aksine süreci yeterince demokratik ve şeffaf da bulmuyor.

Sözü geçen liman, ona ekseniyle adeta hayat veren kentin merkezinde zıpkın gibi doğudan batıya giden yeşil park, İsveç Tiyatrosu denilen binanın arkasından başlayan uzun Esplanad’ın sonunda. Parkın uzantısında limanın tam mafsal noktasındaki granit parke taşlarıyla pazar yeri, arkasındaki az katlı yatay binaları ile onların da fonlarının arkasında yer alan yukarıdan gözüken Lüterik Beyaz Kilisesi ve pazar yerinin ilerisinde diziyi takip eden hatta Cumhurbaşkanlığı Çalışma Ofislerinin olduğu dizinin bitiminde, kente iki köprü ile bağlanan Katajanokka adasının başındaki Aalto’nun tasarımı, Enzo Gutzeit Büro Binası ve daha yeni dönemde yapılan büro binalarının arkasındaki Ortodoks Kilisesinin silueti limanın kenarında yer bulmuş. Bu limanın kollarındaki iki ucundan Stockholm’e ve Tallin’e giden büyük gemiler kalkıyor. Pazar yerinin bir kenarından da karşıdaki Suomenlinna adasında giden küçük yolcu vapurları ve turistik motorlar dizi dizi limanın kenarına sıralanıyorlar. Bu irili ufaklı gemiler arkadaki fonda ortada gözüken biribirine bağlı birkaç ada ile menevralarını yaptıkları, kollarında uzun hatları ile terminallerin olduğu, kışın buz tutan liman koyunda bu dönüşleri ile farklı görünümlere sahne olan aktörleri.

Fin Mimarlık Dünyası Yarışmalar Tarihinde Hiç Bir Dönemde Rastlanmayan Bir Durumla Yüz Yüze

Guggenheim Müzesi Yarışması ise arkamızı market meydanına verdiğimizde sağ tarafta kalan uzun dikdörtgen kapalı çarşıyı takip eden açıklığın ilerisindeki mafsalın dönüşündeki yer olarak seçilmiş. Uzun tartışmalardan sonra 2012 de yapılan Helsinki Kent Kurulu’nun resmi toplantısında 8’e 7 oyla yapılmaması kararlaştırılmış dahi olsa, daha sonraki gelişmelerle tekrar gündeme gelmiş hatta limanın bir kenarında bu bina ile ilgili yabancı profesyonellerle birlikte Fin Mimarlar odasının tayin ettiği iki yerli mimarın da dahil olduğu Mark Wigley’in başkanlığını yaptığı, 11 kişilik bir jüri hakemliğinde, 4000 m2 si sergileme mekanları olan yaklaşık 10000 m2 lik bir bina için, bilindiği gibi iki aşamalı, uluslararası yarışma açılmış. Hatta geçtiğimiz hafta ortasında dünyanın her yanından gelen projelerle çok sayıda katılımın beklendiği, 6 kazananın seçilip yarışacağı ikinci aşama için dönemin, ilk aşamasının teslimi de tamamlanmış durumda. Bu arada bu tartışmaları daha da ilginç hale getiren bir gelişme yaşanıyor, ilk aşamanın tesliminin olacağı günün bir gün öncesinde basın bülteni ile aynı limanda yarışma alanını da içine alan bazılarına göre alternatif, bazılarına göre ise ilkine paralel, sadece orada yapılacak bir binaya değil, kente, ülkeye dair değerlendirmelerin söz konusu edilmesinin istendiği “Planning for the Next Helsinki / Gelecekteki Helsinki’yi Tasarlamak İçin” 12 kişilik jüride başkanlığını Michael Sorkin’in yaptığı, ve aralarında yine ilk yarışmada olduğu gibi jürisinde yine yabancı ve yerli tasarımcıların, düşünürlerin olduğu, yeni bir yarışma duyurusu gündeme geliyor.

Helsinki, Guggenheim 3

Bu liman, yine yıllarca çok yoğun tartışılan ve yine bazı yarışmalar açılarak geliştirilen ve artık binalarıyla yükselen ve yükselmekte olan Töölö Körfezi’nin başlangıcı ve Kamppi Merkezi ve çevresinin olduğu üçlü dizinin merkezdeki son önemli noktası olarak hatırlanmaktadır. ARMİ yani Fin Mimarlık Müzesi, Tasarım Müzesi, Mimarlar Odası ve bazı diğer odalarla bazı kuruluşların bir arada düşünüldüğü bir bina projesinin iki aşamalı herkese açık yarışması ve sonrasında Herzog & de Meuron’un, ARMİ’nin de yarışma alanı olan Enzo Gutzeit Binasının önünde 2008 yılında tasarladığı dev Otel Projesi önerisi, 2011 yılında yine liman için açılan uluslararası başka bir fikir projesi yarışmasının da olduğu zincirde Guggenheim Müzesi Yarışması ile yeni açılan yarışmanın anonsu ile bu tartışmalar daha da alevleniyor.

Şimdi Fin Mimarlık Dünyası buradaki yarışmaların tarihinde belki de hiç bir dönemde rastlanmayan bir durumla yüz yüze. Mimarlık adına, farklı bakış açıları karşı karşıya gelmekte, Fin dünyası başkentlerinin merkezindeki limanlarında yapılacak bir bina ve limandaki diğer düşünülenler aracılığı ve bu konuda aynı anda devam edecek adeta biribirleriyle de yarışacak iki yarışma ile buna cevap arayacak gibi gözükmektedir. Guggenheim’ın bu kültürle olan ilişkisi de derinde bir yerlerde sorgulanmaktadır. İkinci yarışma, Next Helsinki’ nin jüri üyelerinden Finlandiya’dan ve ülke dışında da önemli bir isim olan Juhani Pallasmaa, duyurunun yapıldığı sitede “Dünyaya ve insan şartllarına yeni bir gözle bakmaya aracılık etmek yerine, müzeler hızla dünya çapında pazaryeri olmakta, tüketici düşüncesinin bir yansıması olarak kültürel orijinaliteyi güçlendirmenin tersine, global dünyada biribirine benzer sanatsal bakış açılarını yansıtmaktadır, Tarihi Helsinki merkezindeki bu eşsiz alan, sanatsal kültürü ortaya çıkaran, uyaran alternatif yollara gereksinimi olan, bunun için adeta ağlayan bir yerdir” diyor… “Kültürel orijinalite” ve “Global Pazaryeri” ilişkisinin yorumu belki de bu tartışmanın en can alıcı taraflarından biri. Fin toplumu, Fin Mimarisi hep konuşulan ve tartışılan bu kavramları adeta evinin orta yerinde bulmuş, yeniden irdelemekte, hem kendi mimarlıkları hem de kendi yaşamları adına yeniden değerlendirmek zorunda kalıyor.

Herşeye karşın yine de bir çok şeyin herkesin gözü önünde tartışılması, herkesin düşüncesini ortaya koyması hatta bunun çok daha ileri gitmesi belki de bu işin en önemli yanlarından biri. Herkes kendi projesini çizebilir, düşünülebilir, tartışılabilir fakat eğer iş projelikten çıkıp düşünülen inşa edilir ise özellikle bu konuda bu ülkeye ve mimarlığına sadece parasal açıdan değil, nelere mal olacağı daha da eminim çok tartışılacaktır. Tabii bu tartışmaların her iki yarışmanın sonuçları da açıklandıktan sonra ortaya çıkacaklarla bambaşka bir noktaya geleceği de, yukarıdaki kavramların arasında ne şekilde yerini bulacağı merak konusudur.

Helsinki, Guggenheim 4

Hep İnşa Etmeli miyiz? … Neyi İnşa Etmeliyiz?

Bu arada yukarıdaki bütün bu tartışmaların yanıbaşında henüz sona eren onbir gün devam eden “10. Helsinki Tasarım Haftası” adeta tasarım adına belki de bu konu ile ilişkilendirilebilir. Yerli yabancı tasarımcıların katıldığı Pacha Kucha gecesindeki enteresan anlar, öncesi ve sonrasında, bir çok tanınmış tasarımcının, tasarımların sergilendiği günlerdeki bazı sunuşlar arasında, hafif hafif söylemlerle başka türlü bir tasarım isteyen ya da neden hep tasarlıyoruz sorusuna cevap arayan yaklaşımlar oldu. Bence o büyük lafların ve ünlü tasarımcıların sunuşları arasında ne kadar duyuldu bilemiyorum ama bu sesler, bu yılın tasarım günlerinin en önemli başlıklarından biriydi. Tasarımın doğası ile ilgili, hep tasarlamanın sıkıcılığı da tartışılmıştı belki de bir açıdan bazı konuşmalarda. Aalto Üniversitesindeki iki öğrencinin Lume’deki birlikte sunuşlarında “Neden hep sandalye tasarlıyoruz” isimli, ormanda çekilmiş basit videosu bunlardan sadece biriydi. Bir sandalyeden, bir binaya, bir yerleşmeden, İngiltere’deki Olimpiyatlardan arta kalan bölgede yeniden yapılacaklara… Evet hep tasarlamalı mıyız. Ne tasarlamalıyız. Ya adeta hep farklı ölçeklerde hep tasarlamak, her halikarda tasarlamak adına adeta şartlanmışsak !… Okey… Ya hayata geçirme! … İnşa etme! … İnşa etmeli miyiz! … Hep inşa etmeli miyiz! … Neyi inşa etmeliyiz! … Tabii ülke ekonomisi, inşa etme yolu ile paranın döndürülmesi, kazanç, ekonominin vaziyeti… vs… vs… Sanıyorum bu sorular bütün bu tartışmaların sahnesi liman için de geçerli ve Fin dünyası şimdi konu ile ilgili bir çok sorunun cevabını aramaktadır.

En Çok Merak Ettiğim Daha Diplomalarını Bile Almamış Mimarların Projeleri Olacak

Her nasılsa dünyada bu kadar ülke varken, Bilbao’dan ve Abu Dhabi’den sonra her nedense Finlandiya’nın başına sarılan bu Guggenheim hikayesi bakalım bu ülkeye, neler getirecek, neler götürecek eğer projeler hayallerde kalmaz seçilen/ler inşa edilir ise.. Tabii her iki yarışmadan da gelecek sonuçlar çok önemli. Kısacası her neyse, her ne olacak ise, baştan aşağı tüm süreç her bakımdan mimarlık adına öğrenilebilecek bir ders olabilir. Hep birlikte göreceğiz bu ülkenin, bu ülke mimarisinin büyük bir showa ya da neye gereksinimi var bu limanda… Laf aramızda en çok merak ettiğim de yazının başında da vurguladığım, buradaki o daha mimarlık diplomalarını bile almamış mimarlık gönüllüleri öğrenciler, ustalarını sollayıp geçen, her nasılsa eminim bu yarışmalara girecek genç mimar adaylarının performansları ve projeleri ile bu ülke adına ve bu ülkenin kapısı adına söyledikleri olacak…

 

Not: Resimler, http://www.nexthelsinki.org/ dan alınmıştır, City of Helsinki’nin arşivindendir.