Herkese merhaba! Umarım Kalabalık blogu okuyucuları için güzel başlamıştır yeni yıl. 2015 yılında da Kalabalık ile paylaşmaya devam edeceğiz Finlandiya’daki tecrübelerimizi ve gözlemlerimizi. Aslıhan Fin mutfağını sizlere tanıtırken, Cengizhan Finlandiya’da yapılan müziğe yaklaşımınızı değiştirecek. Arada misafir yazarlarımız olacak. Ben ise burada olup biten farklı kültürel olayları paylaşacağım sizlerle. Finlandiya hakkında merak ettiğiniz özel bir konu var ise ele almamızı istediğiniz lütfen bize yazın, elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışırız.
Yalnız araya Noel yazım ve tatili girdi diye sanmayın ki sözümü unuttum. Tuula Kojo ile yaptığım röportajın sonunda kütüphane kültürü hakkında yazmak istediğimden bahsetmiştim. Arayı daha fazla uzatmadan ve de unutmadan bu konuda bir kaç şey paylaşmak istiyorum sizlerle.
Daha önce bahsi geçmişmiydi hatırlamıyorum ama ilkokul yıllarımda yaz tatillerimi hep Finlandiya’da geçirirdim. Annem ve babam Atatürk havalimanında Finnair hosteslerine beni emanet eder, kafalarını dinleyebilecekleri bir ayın sonunda gelmiş olmasına içten içe sevinirlerdi. (Belki de ben dramatize ediyorum durumu; laf aramızda benim umrumda bile olmazdı nasıl hissettikleri. Benim için yaz tatilimin başlaması demekti bu, ben kafamı dinleyebilecektim, haha.) Helsinki aktarmalı Kuopio’ya uçardım tek başıma. Kuopio’da beni Sievänen ailesi karşılar, 6 çocuklu bir aile oldukları için mecburen sahip oldukları minibüsleri ile yazı geçireceğim Ristijärvi köyüne götürürlerdi. Ristijärvi kelime anlamıyla çapraz göl demek, yani göllerin kesiştiği yer. Bu köyün başka bir özelliği de yoktu sanırsam. Şimdi en yaşlı nüfusa sahip köy olarak bilinmekte Finlandiya’da. Anlayacağınız doğası dışında heyecan uyandırıcı bir şeye sahip değildi Ristijärvi.
İstanbul’da yaşayan ve ilkokul yaşında olan ben için bu fazlasıyla yeterliydi elbet. Üstelik evi paylaştığım 6 adet de arkadaşım vardı yanımda. Hava güzel olduğu müddetçe sorun yoktu. Her daim dışarıdaydık. Göle yüzmeye ve balık tutmaya giderdik. Ormanda saatlerce oyun oynar, acıktık mı böğürtlen toplardık. Çalı çırpıdan kendimize kulübe inşaa eder, ormanda terk edilmiş kulübelerin çatılarına tırmanırdık. Yaban mersini savaşı yapar (bu mor böğürtlenin bıraktığı leke çıplak tenden bile zor çıkar), tavşanları kovalardık. Yeterki yağmur yağmasın, hava soğuk olmasın! 7 çocuğu bir çatı altında, tatilde belki bir gün tutabilirsiniz. Ama yağmur dinmek bilmezse günlerce, hapı yuttunuz. Haziran ayı, Finlandiya. Ne olacak? Elbet olurdu günlerce yağdığı. Her sene, her Haziran ayı.
İşte böyle günlerde kütüphane otobüsünün gelmesini iple çekerdik. Bizleri kütüphaneye götürecek olan otobüsten bahsetmiyorum; içi kitap dolu, gezici kütüphane otobüslerinden bahsediyorum. 20 km içerisinde kütüphane olmadığı için, kütüphane ayaklarımıza gelirdi. Otobüsün dondurma arabasının çıkardığı sesi hatırlatan sesini duyduk mu fırlardık evden; en az 2-3 adet kitap kapar, imzamızı atar, bir önceki hafta almış olduğumuz kitapları geri iade eder, evde köşemizi kapardık. Öyle büyüleyiciydi ki bu otobüs. Aradığımız bir kitap yoksa, sipariş verirdik, bir sonraki hafta kütüphaneci amca veya teyze bize getirirdi.
Kütüphanelere olan sevgim işte böyle başladı. İleriki yaşlarımda anneannemin yanında daha fazla vakit geçirir oldum yaz tatillerimde. Ristijärvi’ye oranla büyük şehirde yaşıyordu anneannem; Kuopio’da. Bir genç kız için daha çekiciydi tahmin edersiniz ki. Anneannemle birlikte yapmaktan zevk aldığımız şeylerin başında Kuopio şehir kütüphanesine gitmek gelirdi. Kocaman bir kütüphanesi vardı Kuopio’nun. Üstelik gençler için ayrı bir okuma odasına sahipti. Üstelik inanılmaz zengin bir CD koleksyonu ve müzik dinlemek için ayrı bölmeleri vardı. Anneannem grunge ve punk müzikten pek hoşlanmadığı için ve ben dandik kulaklıklara sahip olduğum için vaktimin ciddi bir kısmını bu bölmelerde geçirir, İstanbul’da daha adını duymamış olduğumuz grupları keşfederdim.
Liseden mezuk olduktan sonra Finlandiya’ya taşındım. İlk sene ne bilgisayarım vardı ne de üniversite kitaplarını alacak param. Zaten üniversite kitabı satın almakta neymiş? Kütüphane dururken kim neden satın alsın? Anlayacağınız üniversite yıllarımın da ciddi bir kısmı kütüphanelerde geçti. Bilgisayar edindim elbet ama ödevlerimi kütüphanede yazmak daha işime geliyordu, kaynaklar elimin altındaydı böylece. İlham gelmezse (kafa çalışmazsa) kütüphanenin DVD koleksyonuna göz atar, bir film kapardım. Yasa-dışı yollardan film indirmeye de gerek yoktu böylece, aradığım her filmi buluyordum. Bulamazsam söylüyordum, getirtiyorlardı. Bundan iyisi can sağlığı…
Şimdi iş hayatındayım. İşim gereği göçmenlerin Finlandiya’ya taşındıkları zaman yaşadıkları zorlukları, gündelik problemlerini, Fince dilini öğrenirken ettikleri küfürleri, iş ararken karşılaştıkları sıkıntıları iyi biliyorum. Tavsiyelerimden biri ne biliyor musunuz? Gidip, hemen bir kütüphane kartı çıkartmaları. Kütüphane kartı ikamet sahibi olan herkesin ücretsiz edinebileceği bir kart. Ve kütüphaneler Fince söyleyişi akşamları düzenlemekten tutun kariyer akşamlarına bir çok farklı etkinlik düzenliyorlar. Artık kütüphaneler sadece kitap okunan sessiz mekanlar olarak geçmiyor elbet, insanları biraraya getiren, etkinlikler düzenleyen ve iletişim özgürlüğüne faalen sahip çıkan oturmuş kurumlar olarak biliniyorlar. Finlandiya yasalarına göre herkes haberleri takip etme, internete girme,vs. hakkına sahip. Evinde bu imkana sahip olmayanlar kütüphanelerden faydalanabiliyorlar. İletişim özgürlüğüne faalen sahip çıkmak derken bunu kastetmiştim. Kıssadan hisse; kütüphaneler verdikleri servis ile yıllar içerisinde yaşanan değişikliklere fazlasıyla ayak uyduruyorlar.
Belki şimdi okuma alışkanlığının Finlandiya’da neden bukadar yaygın olduğunu, neden kütüphanelerin vazgeçilmez bir yeri olduğunu daha iyi anlamışsınızdır.
Yazımı bir kaç kitap önerisi ile bitirmek istiyorum. Bunlar Türkçe’ye Fince’den çevirilmiş çocuk kitapları. Eğer hediye almayı düşündüğünüz bir ufaklık varsa etrafınızda önce bunlara bir bakın bakalım.
Tove Jansson – Büyücünün Şapkası
Tove Jansson – Kuyruklu Yıldız Geliyor
Sinikka Nopola & Tiina Nopola – Uyanık Ricky serisi
Tamam tamam, kendinize de bunları alın:
Leena Lehtolainen – Ölüm Spirali
Sofi Oksanen – Araf
Sofi Oksanen – Stalin’in İnekleri
Helsinki’ye yapilmasi beklenen sehir kutuphanesinin butcesi ve plani onaylandi. 100 milyon avroluk proje hakkindaki ingilizce haberi linkten okuyabilirsiniz. http://yle.fi/uutiset/state-of-the-art_helsinki_library_to_showcase_wooden_architecture/7767954
Yazık ki hala,bırakın İstanbul dışında ki birçok büyük şehiri,İstanbul’un birçok ilçesinde istediğiniz kitapları satın alabileceğiniz kitapevi yok.Eskiden her sıradan kasabada olan halk kütüphaneleri veya halkevleri ise çoktan sizlere ömür.Meleketin çoktandır hali,Celal Şengör’ün “Aptalı Tanımak” kitabında dile getirmeye çalıştığı gibidir.Bolu Bey’ine selam ve sevgilerim ile.