Fin yazının vazgeçilmezi: Festivaller. 2. Bölüm

Festival alanına yaklaşılırken duyulan o hissi çok severim. Büyük bir partinin hemen başında olduğumu ve hafızama yine uzun yıllar silinmeyecek anılar kazınacağını düşünürken heyecan kat sayım da iyice artmış olur.

 

Sonisphere festivali. Resim: Rachel Roth

Sonisphere festivali. Resim: Rachel Roth

 

Biz alana doğru ağır ağır ilerlerken sahneye çıkacak olan ilk grup Gojira’nın introsu uzaklardan gelmeye başladı. Bir an evvel biralarımızı fondipleyip adımlarımızı hızlandırdık. Yağan yağmur hızını arttırmıştı lakin dolu da yağsa keyfimizi bozamayacaktı, orası kesindi.

Alkol satış alanı ile sahne arasındaki 50-60 metrelik mesafeyi kaç kere gidip geldim tam hatırlamıyorum ama çıkan her grubu mümkün olduğunca dikkatli izlemeye çalıştım. Bu aralar hızlı bir yükselişte olan Ghost’u sıkıcı buldum. Mastodon teknik aksaklıklar sebebiyle biraz buruk başladıysa da setin ortasından itibaren toparladı. Danzig ve özellikle Slayer’da seyirci artık tam kıvama geldi. Sıra Sonisphere’ın en büyüğüne, Metallica’ya geldiğinde hava iyice kararmış, yağmur da şiddetini arttırmıştı.

Kardeşim Timur’la uzun zamandır beraber bir konsere gidememenin acısını çok fena çıkarttık. Set’in 2. parçası ‘Master of Puppets’ ın o ilk riffleri esnasında önce önümüzde hunharca tepinmeye başlayan neşeli Rus gruba, sonra da birbirimize bakmamız ile aralarına karışıp zıplaşmalarımız birbirine karıştı. Nasıl çalıyorlar, hangi şarkı umrumda bile değildi. Genelde konserleri miksaja yakın ve sakin izleyen ben, uzun zamandır ilk kez bu kadar kendimi vererek bir konserin tadını çıkartıyordum. 2 saate yakın süren konser göz açıp kapayıncaya kadar bitti.

Vokallerini üstlendiğim hard-rock grubu Wolftrap’in gitaristi yakın dostum Markus Vanhala ile Sonisphere ve festivaller üzerine bir muhabbet çevirdik… Markus, geçen ay çıkan ‘Shadows of the dying sun’ albümleriyle hem Avrupa’da hem ABD’de listeye aynı anda giren İnsomnium grubunun da gitaristi aynı zamanda. 

Markus Vanhala. Kuva: Metalpicture

Markus Vanhala. Kuva: Metalpicture

Son derece aktif bir festivalcisin… Insomnium ve Omnium Gatherum grupların ile sahnede alıştık seni görmeye… Bu sene Sonisphere Festivali’nde Access-All-Areas kartın yok, sadece seyirci modundayız, nasıl buldun ortamı?

–  Soğuk, donduk, tam bir Fin yazı baksana! Aslına bakarsan her sene birkaç kez kaçamak yapıp, sadece seyirci olarak gittiğim festivaller oluyor. Müzik piyasasında olmanın avantajlarından biri de bu tip organizasyonlar için bilet peşinde koşma derdinin olmaması. Enteresan gelecek biliyorum ama Metallica’yı daha önce hiç canlı izlememiştim, aradan çıksın istedim. Gördün sen de… Gojira ve Slayer’ın performanslarının yanında sönük kaldılar.

Bu yaz kaç festival dolaşacaksın? Elinde gitar ve boynunda AAA-kartınla tabi!

 – Hatırladığım kadarıyla 13 festivalde sahne alacağım, anlayacağın yine ufukta bir festival hayatı gözüküyor.  Şikayetçi değilim.

Bir çok kez dünya turuna cıktın. Büyük arenaların yanında bazen köhne barlarda da sahne aldığın oldu… Değişen ambiyanslar performansı nasıl etkiliyor ve festivallerde konser vermeyi, ufak çapta kulüplerde çalmak ile kıyaslar mısın?

– Doğrusunu söylemek gerekirse 30.000 seyircinin izlediği bir festival konseriymiş ya da sadece 50 kişinin izlediği bir bar konseriymiş pek fark etmiyor. İyi çalınmış bir konser iyi çalınmış bir konserdir ve bundan mekan fark etmeksizin zevk alırım. Kötü bir performans ta sadece kötü bir performanstır, sebebini her zaman çözemeyebilirsiniz. Havadaki elektrik ve orada sizi izlemeye gelmiş olan insanlar ile girdiğiniz duygu alışverişi, grubun kendi flow’u ve ortak kimyası gibi etkenlerden birinin eksik kalması işleri ters yöne sürükleyebilir. Kulüplerde, seyircinin yaydığı enerji çok daha yoğun hissedildiği için ondan ayrı bir zevk alıyorum. Büyük festivaller tabi bir başka. O sahnelerin insanın egosunu okşayan enteresan bir yanı var…

Peki büyük fest’lerde sahne arkasındaki ortam genel olarak nedir? Efsanevi gruplarla cümbür cemaat beraber takılır, Aerosmith elemanları ile aynı jakuzide şampanya mı içersiniz (gülüşmeler), yoksa oranın da “Siz orada oturamazsınız… O içkiler sizin değil… O odaya fazla yaklaşmayın” gibi kuralcı hiyerarşik bir düzeni var mı? Ve aklına öyle Axl Rose gibi kaprisli adamlar geliyor mu o ortamlarda karşılaştığın?

– O tip, gerçekte olduğundan çok daha fazlası olduğunu zanneden dallamalar hep vardır. Neyse ki çok sık rastlamıyorum. Kariyerimdeki en harika backstage tecrübesi 2010 yılında çaldığımız Sonisphere Festivali’ydi. Sadece festivalde çalan gruplara ortak olarak ayrılmış olan, basının bile giremediği bir alanda Iron Maiden, Slayer, Anthrax, Alice Cooper, Iggy Pop gibi şahsiyetlerle rahat rahat kafayı çekme şerefine eriştik. Bu ayrıcalığı diğer büyük fest’lerde yaşamak fazla rastlanan bir durum değil. 

Finlerin festivallere yaklaşımı ve festivallerle olan ilişkileri hakkında ne söyleyeceksin?

 – Ülkenin nüfusuna göre kıyaslayınca Finlandiya’daki festival sayısı gerçekten çok fazla, bu da zaten festivalleri ne kadar sevdiğimizin bi göstergesi. Finler alkol tüketmeyi sevdikleri için bir anlamda işte böyle güzel de bir bahaneleri oluyor. Gerçi ülkemizin alkol politikası kafamı bozmuyor değil. Sınırlandırmalar yüzünde diğer ülkelerdeki festivallerde olduğu gibi grupları sahne önünde elinde birayla izleme zevkini yaşayamıyoruz Finlandiya’da.

Finlandiya’nın en iyi festivali hangisidir sence ve niçin?

 – Nummirock Festivali’nin bendeki yeri apayrıdır. Teenage çağlarımdayken hep o tarihi beklerdim. Heavy metal rüyasını tam anlamıyla yaşardık. Oranın o çadır kamplarında kafam bir dünya bin bir türlü anılar yaşamışımdır. Medeniyetten uzakta, ormanın ortasında bir göl kenarında olduğu için Nummirock’ta gerçek bir kamp festivali havası yaşanır. O romantizmi bu tarz şehir festivallerinde bulamazsın. Nummirock’taki ilk konserimiz o yüzden çok çok özeldir benim için.

Gelecek ay görüşmek üzere!

Jussi I. Cengizhan Serengil

Jussi I. Cengizhan Serengil

Bendeniz; Finlandiya'da doğan, Türkiye'de yetişip, gelişen ve tekrar Finlandiya'da olgunlaşan, müzik ile haşır neşir, kamu görevlisi, evli zat. 2006 yılından beri Kotka şehrinin Göçmen Hizmetleri’ne bağlı tercümanlık bürosunda genel koordinatörlük görevini sürdürmekteyim. Vokallerini üstlendiğim Wolftrap adındaki hard rock grubumun yanı sıra irili ufaklı birçok farklı müzik ve tiyatro projesinde bulunmaktayım.