Bir Paskalya Bayramı’nı daha geride bıraktık. Finlandiya’da, Noel Bayramı’ndan sonra en önemli dini bayram olarak kutlanan Paskalya’yı biz bu sefer fırsat bildik ve bu sene Nisan’ın ilk haftasonuna denk gelen bayramda İstanbul’a kaçtık. Ama Paskalya’nın olmazsa olmaz kuzu sofrasından ve yumurta boyama alışkanlığından elbet vazgeçmedik; İstanbul’da arkadaşlarımız arasında adeta bir Paskalya havası yaşattık. Eskiden yumurta boyamanın sadece Paskalya’ya ayit bir gelenek olduğunu sanırdım. Yumurta boyama ve tokuşturmanın Nevruz ve Hıdrallez Bayramlarında Türkiye’nin değişik yörelerinde de yaşatılan bir gelenek olduğunu sizler herhalde benden daha iyi biliyorsunuzdur. Farklı milletler tarafından baharda kutlanan bu bayramların daha nice ortak noktaları vardır eminim ki…
Kısa da olsa tatil bizlere iyi geldi. Hem arkadaşlarımızı görme fırsatımız oldu hem de boğazın keyfini çıkarmaya. Helsinki’den geldiğimiz zaman ister istemez soran oluyor ‘hayat nasıl orada’, ‘Finliler nasıl insanlar’ diye. Yine laf arasında verdiğimiz örneklerden kimisinin İstanbulluları pek şaşırttığı dikkatimizi çekti. Artık bizlere pek normal gelen bir sürü şeyin İstanbul’da garipsenmesi aslında normal, düşününce.
Bu sefer 10 maddelik bir liste yazmaya karar verdim. İstanbul’da arkadaşlarımıza anlattığımız zaman o ya da bu sebepten ötürü neler tepki uyandırıyor. (Elbet bu listeyi uzatmak benim için çok kolay, belki bir başka sefer devam ederim)
- Şehir içinde, toplu taşım araçlarında tek başına seyehat eden 5-6 yaşlarında çocukların varlığı… Sabah otobüsle işe giderken yanınıza oturan yolcu size gayet ciddi bir şekilde günaydın der, dönüp bakarsınız, ve karşınızda 6 yaşında bir kız çocuğu… “Sana da günaydın” demek durumundasınız, ne yapacaksiniz? Çok normal… Arkadaş ana okuluna gidiyor. Hazırlanmış, evinden çıkmış, otobüs durağına gelmiş, zaten vaktinde gelen doğru numaralı otobüse binmiş… Aynen sizin yaptığınız gibi. Yalnız sizin olduğunuz gibi huysuz da değil, etrafındakilere bir de selam veriyor… İstanbulluların buna neden şaşırdıklarını açıklamama gerek yok sanıyorum.
- Evinizde, musluğun altındaki çöp kutusunun en az 3 farkı bölmeye, apartmanın ise en az 5 farklı çöp kutusuna sahip olması… Evimizdeki çöp bölmelerini, bir çok Finli ailenin yaptığı gibi, bizler de bio çöp (doğal çöp), kağıt ve karışık çöp olarak adlandırdık. Apartmanımızın bio, karışık ve kağıt çöp kutularının yanı sıra bir de karton ve cam çöp kutuları var. Cam kavanozları ayırmak kolay olduğu için evimizde bu tip çöpler için ayrı bir bölme tutmuyoruz, aynı şey karton için de geçerli. Annemin de dediği gibi insan kazara çöpleri ayırmadan bir torba içerisinde aynı çöp kutusuna atıverse günah işlemiş gibi hisseder bu memlekette. Ha bu arada cam ve plastik şişeleri tabiki atmıyoruz, onların herbiri depozitolu, markete geri götürüyoruz.
- Apatman girişlerinde zillerin olmaması... İşte bu büyük bir soru işareti yaratıyor Turkiye’de kafalarda. “E peki, nereden bilecek evdekiler geldiğinizi?” “Kapıyı nasıl açmanız bekleniyor?” Arkadaşlar sizler misafirin gelmesi durumunu düşünüyorsunuz, çat kapı geçiyordum uğradım alışkanlığının burada da olabileceğini var sayıyorsunuz. Yok öyle bir sey. Misafir gelecek ise bu haftalar öncesinden kararlaştırılmıştır, kaçta geleceği bellidir, o vakit aşağı iner kendisine kapıyı açarsınız.
- Çok miktarda kadın otobüs ve taksi şöförünün olması… Neden olmasın?
- Pasta ve kekin kaşıkla yenmesi… Bu ilk söylendiğinde pek garip gelmeyebilir kulağa ama inanın kek dilimini önünüze kaşık ile servis ettiklerinde garip gelecektir. Türkler keki eliyle (en fazla peçeteye sarıp), pastayı ise ufak çatalla yerler. Finlandiya’da ise tatlı kaşığı vardır, pastalar kaşık kaşık silinip süpürülür. Kışların sert geçmesinin getirdiği bir alışkanlıktan mıdır nedir bilemem kişi başı tatlı (pasta, hamurlu tatlı, çikolata, şeker, hiç fark etmez) tüketiminin miktarı da laf aramızda bence oldukça şaşırtıcı.
- Sauna tutkunluğu… Halil yazılarında sauna kültüründen bahsetmişti ama bunun ne kadar altını çizsek azdır. Hiç beklemediğiniz yerlerde karşınıza sauna çıkabilir; gölün ortasında, kürek çekerken, parka pikniğe gittiğinizde, iş görüşmesine gittiğiniz zaman… İyi bir ev sahibi misafiri için saunasını mutlaka ısıtmıştır ve önce mi yoksa sonra mı yıkanmak isteyip istemediğini sorar 🙂
- Market ve bakkallarda % 4.7 den yüksek alkol içeren içeceklerin satılmasının yasak olması; alkol satışının tekel olması… Evet, şarap, cin, vodka, likör gibi yüksek dereceli alkoller sadece ALKO adı verilen dükkanlarda satılmakta. Bu dükkanlar hafta içi saat sekize kadar açıktır, cumartesi günleri ise altıya. Pazar ve bayram günleri ise kapalıdır. Bayram arifelerinde ALKO kasaları önünde uzun sıralar görürseniz de şaşırmayın, ne olur ne olmaz…
- Teharet musluğunun varlığı… Haklısınız bir çok ülkede teharet musluğu yoktur ama kardeşim siz de olmamasına da şaşırıyorsunuz olmasına da…
- İş görüşmelerinde kahvenin yeri. Fazlasıyla ve her fırsatta çay tüketen bir topluma çok da garip gelmemeli aslında ama kahvenin Finlandiya’da ki merkezi yeri elde değil şaşırtıyor bizim İstanbullu arkadaşları. Misafirin eve çat kapı gelmediği gibi iş hayatında da bütün görüşmeler (özel hahaytta da bu böyle, her şey önceden planlanmış, takvimlere kaydedilmiştir) önceden ayarlanmıştır. Görüşme vaktine 10 kala bir panik filtre kahve hazırlanır (daha 10 dakika önce 4. fincanınız içilmiş olmasına rağmen) masalara fincanlar çıkarılır, yanına bisküvi, pulla mutlaka bir tatlı konulur ve hazırlıklar tamamdır. Görüşme vakti öğlene denk geliyorsa öğle yemeğine gidilir. Öğle yemeğine kahve dahil değilse, o restorana gidilmez, kazara gidildiyse bir daha kapısından içeri girilmez. Bu arada her restoranın mutlaka öğle menüsü ve fiyatlandırması vardır, yeni restoranların keşfi için de mükemmel bir zamandır öğle vakti aklınızda bulunsun. Yeter ki kahvesiz olmasın! Önce kahve, filtre kahve.
- Hesap işleri… Garson daima sorar, hesap birlikte mi gelsin ayrı ayrı mı? Herkes kendi harcamasını öder, ısmarlamak pek sık rastlanan bir alışkanlık değildir. Bu iş hayatında olduğu gibi özel hayatta da geçerlidir; anne (yetişkin) çocuk arasında da, en yakın iki arkadaş arasında da, sevgililer hatta karı-koca arasında da… Herkes hesabını kitabını bilir, 3-5 kuruş bile olsa borçlu kalmaktan rahatsızlık duyar. Bunda şaşıracak ne var ben pek anlamıyorum ama şaşıranını çok gördüm.
Bu listeyi hazırlarken her Finlinin haşlanmış patatesi bire bir aynı şekilde soyması, her perşembe yemekhanelerde bezelye çorbası servis edilmesi, mutluluk lambalarının var oluşu, her türlü serviste yaşlıların ayrıca düşünülmesi, bebekli ailelere tanılan ayrıcalıklar, vs. gibi daha bir çok şey aklıma geldi ama başlıkta da dediğim gibi ilk rastgele seçilmiş 10 maddede bu sefer bunlara yer vermiş bulundum, hoş görün.