Fin metal rüzgarının Atlantik ötesine dek hissedilmeye başladığı yıllardan bahsederken 90’ların son dönemini işaret edebiliriz…
Dünyada rock/metal piyasalarında grunge gruplarının (Nirvana, Soundgarden, Alice In Chains) yavaş yavaş meydanı nu-metal gruplarına (Korn, Deftones, Limp Bizkit) bırakmaya başladıkları yıllardı.
Judas Priest, Van Halen, Iron Maiden, Mötley Crüe gibi 80’lerin yüksek profilli metal grupları ile büyüyen koskoca bir jenerasyon (her ne kadar Pantera, Sepultura gibi gruplar ile tatmin oluyorsalar da), kıytırık(!) bir takım gruplar tarafından al aşağı edilmeyi, birçok sağlam grubun havluyu ringe fırlatmış oldukları gerçeğini, ne bileyim James Hetfield’ın saçları kırptırmasını kendilerine yediremiyorlardı…
İşte o dönemeçte eskilerin, yani glam metal ile, thrash metal ile büyümüş neslin bir şekilde tatmin olmamasıyla beraber – Heavy Metal dünyasında bir arayış başladı…
İskandinavya’dan yükselen gruplar tam da o dönemde metal dinleyicisinin imdadına yetişti. 90’ların başından itibaren oluşturdukları altyapının bir sonucuydu bu elbette…
Norveç black metal gruplarıyla, İsveç melodik death metal gruplarıyla, Finlandiya da biraz gotik biraz da folk ezgileri taşıyan bir çizgiyle kendi akımlarını başlattılar.
Sentenced, Amorphis, Children Of Bodom gibi kendilerini biraz daha sert tonlar ve karanlık liriklerle ifade eden grupların yanı sıra, Metallica şarkılarını cover’layan viyolensel dörtlüsü Apocalyptica…
Senfonik aranjmanları ve kadın (opera) vokalistiyle Nightwish… Özellikle kadın hayranlarını bakışı ve bariton sesiyle eriten Ville Valo’nun frontman’liğinde HIM… ve power metalin tekrardan yükselişine ön ayak olan gruplardan olan Stratovarius- Fin metal bayrağını en yüksekte taşıyan topluluklar oldular. Korpiklaani, Turisas, Ensiferum gibi gruplar da dünyada folk metal denince akla ilk gelenler olmayı başardılar…
5 milyon nüfuslu bir ülkeden bu kadar çok başarılı metal grubunun çıkması kuşkusuz arkadan gelen gençliği de önemli ölçüde etkiledi. Metal müziği icra eden gruplarda çalan müzisyenlerin kendi instrumanlarına olan hakimiyetlerinin çok yüksek hatta virtiözite seviyesinde olduğu gerçeği artık Finlandiya’da toplum tarafından saygı görmeye başlamıştı. 2000’li yıllarda metal gruplarının uluslararası yaşadığı başarılar ile beraber daha önceleri direkt olarak satanizm, uyuşturucu kullanımı gibi öğelerle bağdaşlaştırılıp dışlanan kesime karşı olan algı değişime uğradı.
Pozitif yöne kayan o imajın elde edilmesinde de tabi 2006 yılında Atina’da düzenlenen Eurovision şarkı yarışmasını kazanan heavy rock grubu Lordi’nin etkisi büyük olmuştur.
Konservatuvarda eğitmenlerin müzik tarihi derslerinde Black Sabbath’ın, Deep Purple’ın heavy metalin kurucuları olduklarından, ya da Eddie Van Halen’ın gitar tekniğinin ne kadar büyük etki yarattığından bahsetmesi normal birşey haline geldi. Belediyeler halen birçok şehirde ilköğretim çağındaki gençlere özel olarak, onları grup kurmaya, müzisyenliğe teşvik etmek adına prova stüdyoları tahsis ederler. Devletin, çeşitli kültürel yardım fonları ile kendi müziklerini yapan ya da uzak mesafelere, konser vermek için gitmek isteyen grupların masraflarını karşılaması olağan bir durumdur.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada paylaşılan istatistiksel bir grafik fotoğraf bende tebessüm uyandırdı.
Dünyada ülkeler bazında her 100.000 kişiye kaç heavy metal grubunun düştüğünü gösteriyor bu grafik. Oldukça ilginç! Finlandiya’da gençlerin ilköğretimden sonra seçtikleri en popüler meslek dalının (müzisyenlik) konservatuvar eğitimi olduğunu da biraz anlatıyor olabilir bu ne dersiniz?