Misafir yazarlarımız olacak diyip duruyorum, siz de hiç sormuyorsunuz ne zaman diye. Artık vakti geldi. İlk misafirimiz yabancı değil; eşim. Sauna tecrübe ve gözlemlerini paylaşmasını rica etmiştim, Halil yine kendine has üslubu ile döktürmüş 🙂
Beş buçuk senedir yaşadığım Finlandiya’ya ilk ziyaretim Nisan ayı başlarına denk gelmişti. Yıllardan 2008, hem eşimin Finli yanının müsebbibi anne tarafıyla tanışmak hem de o zamana kadar anlata anlata bitirilemeyen güzelliklerini kendi gözlerimle görmek üzere turist olarak soluğu orta Finlandiya’daki Kuzey Savo bölgesinin Nilsiä “şehrinde” (nüfus 6500, rakım 108), en yakın komşunun 3-5 km uzakta olduğu, karlar altındaki iki katlı ahşap bir çiftlik evinde almıştım.
Yola ve ize dair her şey beyaz bir örtüyle kaplanmış olmasına rağmen bir şekilde bulduğumuz adrese öğleden sonra vardık. Bir iki el sıkışması ve valiz trafiğinin hemen ardından ev sahiplerimiz, suratlarında ya da ses tonlarında en ufak bir alay ibaresi bulunmaksızın ‘hava çok güzel’ diyerek bizi akşam yemeği öncesi “iştah açma” amaçlı kısa bir doğa yürüyüşüne çıkardılar. İki saatlik yürüyüş boyunca eşim, annesi ve kuzeni baharın gelmesiyle gerek huş ağaçlarının dallarında, gerekse de karın her adım atıldığında çıkardığı seste meydana gelen bariz değişimlerden dem vururken ben kendimi, içeriği henüz eklenmemiş, bomboş bir sanal gerçeklik platformuna bağlanmış Neo gibi hissetmekten alamıyordum.
Soğuğun da etkisiyle olsa gerek, etrafımı saran gerçekliğin parçalarını tek tek algılayamıyor, bembeyaz bir boşlukta önümdeki üç Finlinin adımlarını takip etmekle yetiniyordum. Bu adımlar bizi en nihayetinde başladığımız noktaya geri getirmiş olacak ki kendimi tüm evi tek başına ısıtmaya yeten büyüklükteki, hem soba hem de fırın işlevi gören ocağın [leivinuuni] başına zorlukla attığımı hatırlıyorum. Ocaktan gelen kokular, aslında açılması için hiç de öylesi zorlu bir yürüyüşe ihtiyaç duymadığım iştahımı daha da kabartmıştı ki eşim seslendi: ”Sauna hazır, eşyalar da burada, hadi!” Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde eşim, yarı açık dış kapının eşiğinde, bir elinde içerisinde havlu ve şampuan olan bir sepet, diğerinde ise ne idiği belirsiz, şüpheli bir demet bitkiyle, sanki ne olup bittiğini anlamam gerekiyormuş gibi bana bakıyordu: ‘Tero ile saunaya gireceksiniz, sizden sonra da bizim sıramız. Sabahtan beri onu hazırlamakla uğraşmış çocuk! Hem iştahın açılır, hadi ama…’
Anlık bir refleksle önce temel verileri yokladım: (1) Tero uzaktan bacanak, eşimin kuzeninin eşi. Kendisiyle az önce sona eren harikulade yürüyüşten evvel el sıkışmışlığımız, bir de valiz taşımışlığımız var. Ortak bir dilimiz yok, buna pek gerek de yok zira konuşkanlığıyla tanınan birisi değil pek. (2) Eşimin iştahımın açılmasına verdiği önemin düzeyi beni giderek daha çok endişelendirmekte. Soğuktan hayati fonksiyonlarım yavaşlamış olsa da karnım hâlihazırda zaten oldukça aç, bu da bir gerçek. (3) Sauna ise daha önce bir veya iki defa girmek gafletinde bulunduğum, içerisindeki elektrikli sobanın havayı cildi yakacak derecede kurutup ısıttığı, duvarları tahta kaplı bir oda. Burada muazzam miktarda terleniyor, terden gözler yanıp yürek daralınca da mekan aceleyle terkediliyor. Yazın öğlen vakti Mecidiyeköy meydanında güneş altında, egzoz dumanı içerisinde otobüs beklemek gibi bir tecrübe…
Bu davete neden icabet etmem gerektiği ise ‘sabahtan beri onu hazırlamakla uğraşmış çocuk’ cümlesinde gizli. Zira bacanağın yaptığı “hazırlık”, katalitiğin düğmesine basmaktan çok daha meşakkatli; evin dışındaki ayrı bir ahşap kulübede bulunan, Fincede savusauna denen, bacasız isli saunayı ısıtmış ki bu, daha sonra şahsi tecrübeyle öğreneceğim üzere, her yiğidin harcı değil.
Ortalama bir isli saunayı kullanıma hazırlamak için, üstü taşlarla kaplı ocağa mebzul miktarda odun yerleştirip yakmak yetmiyor. Duman dolu odayı saat başı ziyaret ederek gözyaşları içerisinde tekrar tekrar odunu tazelemek, sıcaklık belli bir düzeye geldiğinde ise dumanın kulübeyi terk etmesini ve köz haline gelmiş odunların saunayı ideal sıcaklığı olan 80-100°C’ye getirmesini beklemek gerekiyor. Ayrıca bu saunalar oldukça eski olup çeşmeden ve akan sudan yoksun olduğundan, yıkanmada kullanılacak suyun da ısınması için kulübeye taşınması gerekiyor. Anlayacağınız Tero hakikaten de sabahtan beri uğraşmış!
Her sauna istendiğinde böylesi bir cefaya katlanılmıyor tabii ki de (cefakâr millet Finliler, orası ayrı! Başka bir yazının konusu olsun o da…). Yaklaşık 5.5 milyonluk ülkede 2 milyonun üstünde sauna var ve bunların 1.5 milyonu elektrikle çalışıyor. Çoğu evde, her spor salonunda ve otelde, bazı restoranlarda, hatta ve hatta parlamentoda bulunan bu sähkösauna’ları hazırlamak için bir düğmeye basmak ve saunanın ısınmasına biraz mühlet tanımak yeterli. Yıkanmak içinse duşlar elinizin hemen altında. Diğer bir tür ise daha çok yazlık kulübelerde ve göl kıyılarında bulunan, çoğumuzun aşina olduğu, isin baca yardımıyla dışarıya aktarıldığı odun sobası ile ısıtılan saunalar [puusauna]. Bunlarda da çoğunlukla elektrik ve çeşme olmadığından, saunaya su taşımak ve ısıtmak gerekiyor.
Sanki koca memleket ağız birliği etmişçesine, ülkedeki ortak kanı odun isiyle aromalanmış ve közdeki taşlar sayesinde yumuşayan havasından ötürü savusaunanın uzak ara en iyisi olduğu. Ardından bacalı odun saunası, en son da elektrikli sauna geliyor. Gizem faktörünü elde tutmak adına, şahsi kanaatimi yazının sonuna sakladım.
Tero ile sauna faslımıza geri dönersek, verilmiş onca emeğe saygısızlık etmemek adına eşimin elinden sepeti ve bitki demetini, daha fazla kafa karışıklığına mahal vermemek için, sorgulamadan aldım ve karlar içerisinde kulübenin yolunu tuttum. Yine daha sonradan öğreneceğim üzere, eşimin ailesinin uzun yoldan gelmiş olan beni birlikte saunaya davet etmesi, annemin ziyarete gelen arkadaşlarıma “bir tabak yemeden şuradan şuraya bırakmam” ısrarı kadar normal ve misafirperver bir davranış. Benim bacanakla, ardından da eşimin, annesi ve kuzeniyle (erkekler ve kadınların ayrı ayrı) saunaya girmesi ise “korkutmayalım çocuğu şimdi yok yere, alışkın değildir zağar” minvalli bir inceliğin göstergesi…
Yazının devamı haftaya…
Yazar: Halil Gürhanlı
Pingback:MİSAFİR KALEM: Yeni Başlayanlar İçin Sauna (2. bölüm) | Kala-Balik Blogi